11.05.2020 farkındalıklar


Bugün sizlere bir kitabın özetinden bir alıntı yaparak hayatınıza dahil oluyorum. Bedri Ruhselman bey, Ruh ve Kainat isimli eserine ilk olarak insan konusunun kolay anlaşılamayacağını ifade ederek başlıyor. Bu noktada insanın ölümden önceki varlığı veya ölümden sonraki varlığı aynı noktaya işaret eder. Hayat içinde varolan veçhesinin başka bir durumu ifade ettiğine işaret ediyor. Öldükten sonra devam eden varlığına hemen ruh ismini veremiyoruz. Bilakis  kitaptan alıntı yaparsak
 
  "Çünkü ölümden evvelki insan varlığı nasıl maddelerle alakadar bir tezahür ise ölümden sonraki varlığın da öylece maddelerle alakadar bir tezahür olduğunu tecrübeler ve tetkikler bize öğretmiştir. Ancak, sözden de anlaşılıyor ki bu tasnif zahiridir; hakikatte insanın bu bahsettiğimiz ve ileride de diğerlerinden bahsedeceğimiz bütün maddi varlıkları onun kendisi değildir, kendisinin birer tesir vasıtasıdır, nasıl ki beden hakkında da durum böyledir. İşte ruh dediğimiz şey bütün bu maddeler vasıtasiyle çeşitli tezahürler gösteren meşur(kendini bilen) bir kuvvettir ve mahiyeti hakkında hiç bir şey bilmediğimiz bu kuvvet için zaman ve mekan mevzubahis değildir. Şu halde bütün tetkik hayatımızda bizi meşgul edecek şey insanın mütemadiyen yükselen bu maddi varlıkları ve ruhun onlar vasıtasiyle vukua gelen tezahürleri olacaktır.
   
  İnsanın maddi varlığını teşkil eden muhtelif hallerdeki maddelerin sonu yoktur. Alemden aleme geçen insanın bu maddi varlıkları ruhunun ebedi inkişafiyle sıkı bir surette alakadardır.

  Daha doğrusu ruh, inkişafı yolundaki ihtiyaçlarına göre muhtelif alemlerde kullanılması zaruretinde bulunduğu maddelerin tabi oldukları tabii kanunlar altında yaşamak zorundadır. Demek ki bu meşur(kendini bilen) kuvvetin herhangi bir alemde yaşıyabilmesi onun o alemin maddeleriyle ayarlanmış bir vasıtaya malik ilmasına vabestedir ki biz bunu dünyamızda beden şeklinde görüyoruz. Şu halde insanın hakiki şahsiyeti ruhla devamlı münasebet halinde bulunan maddi vasıtalar üzerinde zahir olur ve insanın dünyamızda ölümle sona eren varlığı bu meşur(kendini bilen) kuvvetin maddi tezahüründen başka bir şey değildir; ölüm ise ilerde daha tafsilatlı yazılacağı gibi bu tezahürün dünyamızdan kaybolup başka bir alemde başka maddeler vasıtasiyle devam etmeğe başlamasının tabii bir ifadesidir.
"
 
  Yine salt maddeci bir anlayışla salt ruhçu gibi gözüken dini bir anlayışın yetersizliği hakkında şu bilgiyi vermiştir. İnsan konusunu ele alırken dikkat etmemiz gereken onun iki cepheden ele alınmasını gerektiriyor. Bu ikisinden birini kendimiz için bir hakikat gibi ele alırsak yapacağımız analiz ve yorumlar eksik olacaktır. Bu da neo-spiritualizmanın doğma amacını ortaya koyacaktır.
 
  "Umumi görüşle insanı iki cepheden mütalaa etmek lazım gelir: bunlardan birisi mahsusat(fiziksel dünya hayatımız) alemimize giren fizikoşimik maddeler arasındaki, diğeri de mahsusat alemimizin dışında kalan maddeler vasıtasiyle olan tezahürleri ile olan cephelerdir; ve unutmamalıdır ki bunlar birbirine bağlı, birbirini tamamlayıcı şeylerdir. Onun içindir ki biz birinci yolda yürüyen ademci materyalizmayi ve ikinci yolda yürüyen ispiritüalizmayi tek başına çalıştıkları müddetçe verimli bir yol olarak kabul edemiyoruz. Gerçi bugün maddi insan hakkındaki tetkikler akademik ilimler sayesinde epeyce ilerlemiştir; fakat insanın yüksek maddi alemlerle olan münasebetleri hakkındaki bilgiler maalesef inkişaf edememiştir."
 
  İşte kendimize sınırlama getirmeden insan konusunu giderek gelişen araçlarımız doğrultusunda yeniden tanımlamamız gerekir. Her gelişim, her farkındalık bizim elimizdekileri yeniden tanımlamaya götürecektir. Bu noktada bu farkındalık her an hiç bir şey bilmediğimiz bir hale taşıyacaktır. Sokrates'in dediği gibi bir tek şey biliyorum o da hiçbirşey halini deneyimleyeceğiz. Bu iş bile başlı başına bir cehittir. Doğal olarak bu hale direnen durumu muhafaza etmek isteyen adına muhafazakar denen bir kitle çıkacaktır. Bu konuda kitabında bilimsel çalışmalarda yapılan gelişmelerden haberler verir. Bu gelişimler doğrultusunda bize verdiği mesaj şudur
 
  "Eğer mahsusat dışı alem varsa bu esasen bizim duygumuz dışında kalmış bir alem olacaktır. Bu aleme ancak yolunda çalışmak şartiyle girmek mümkün olur. Ve bu yolda yalnız duygularımız ve maddi vasıtalarımız kafi gelmez, onların eksiğini tamamlıyacak diğer melekelerimizi de kullanmak zaruretindeyiz ki bunun dışında tahayyül gelir.
 
  Tahayyülsüz ilim olmaz. Demek ki tahayyül ilimde en esaslı bir terakki amilidir. Unutulmasın ki Atom hakkında bu günkü tecribi bilgilere tekaddüm eden bir atom faraziyesi evvelden vardı. Eskilerin sırf imajinatif faaliyetleriyle yaşatılmış olan bu mefhum bugünkü yüksek atom nazariyelerine yol açmıştır. İlim tarihinde görülür ki çok defa vasıtasızlık yüzünden ilimde duran yürüyüşü tahayyül canlandırmış ve bu suretle mahsusat alemimizin gittikçe genişlemesine yardım etmiştir.
 
  Mahdut olan mahsusat alemimizin varlıkları karşısında mahsusat dışı alemin sonu yoktur. Esasen bu bakımdan ilmin de sonu olmıyacaktır. Bu sonsuzluk içinde hangi noktadan başlarsak başlıyalım tahayyülümüz ancak müşahedeleri yakalıyacak ve müşahedelerde tahayyülümüzü genişletmek suretiyle mahsusat dışı alemimizde bir kaç adım daha ileri gitmemize yarıyabilecektir.
 
  En iptidai müşahedeler, tahayyülün yardımı ile büyük realitelere yol açar. Newton kafasına düşen elma hadisesinden sonra fizikin en mühim bir bahsini teşkil eden bir arz cazibesi kanunlarını bulmuştur.
 
  Kainat büyük bir laboratuvardır. Orada geçen sonsuz hadiselere nüfus ettikçe insanın iş görme liyakati artar. Bu liyakat birdenbire artmaz ve insanın mahsusat dışı alemi birdenbire mahsusat alemine inkilap edivermez. Bu sahada adım adım yürümek, birçok cehitler göstermek ve tecrübeler geçirmek lazımdır. Kainatta her hayat sahibi varlık bir araştırıcıdır. Onun dünyalardan dünyalara intikal ederek vukua gelen muhaceretinin sebebi de budur. Ve bu araştırmanın sonu gelmiyecektir. İnsan taş devrindeki dar mahsusat alemini Radyomun Alfa ve Beta şualarından bahseden zamanımızın geniş konsepsiyonlarına eriştirebildiği gibi daha kimbilir hangi düşünce ve duygu şahikalarına da ulaştırabilecektir.
"
 
  Şimdi bu noktada insanı ele alan materyalist ve spritualist anlayışları ortaya koyar. İnsan bu iki cepheden mütala edilirse ne gibi durumlar içinde kalmaktadır. Bu konuda kendisi bilgi aktarır Öncelikle konuya maddeci bir yaklaşımın en nihayetinde bize getirdiği durumları tarif eder. Modern fiziğin bilgileri doğrultusunda makrokozmos ve mikrokozmos içinde yolculuğa çıkarır Boyut kavramından ne anlaşılması gerektiğini ortaya koyar.
 
  "Netice nedir?... Biz asgar ve azam namütenahilerde uzanıp giden maddi kainatın her hangi bilemediğimiz bir noktasında hapsolmuş bulunuyoruz. Madde üzerindeki müessiriyetimiz de ancak buna göre ayarlanmış ve tahdit edilmiştir. Bu hudutsuz sahada atacağımız adımlar sonsuzluğa nispetle daima bir hiçten ibaret olacaktır. Bu hiçlik içinde kalan ve maddesiyle fani olan biz zavallıların mutlak bir lisanla kainatımızda maddeden tecerrüt etmiş saf ruhların mevcudiyetlerinden bahsetmemiz veya bunun büsbütün aksine olarak maddeden başka hiçbir varlığın mevcudiyeti imkanını kabul etmemeğe kalkışmamız hakikaten masumane kir çocuk cüretkarlığı olur. 
   
  Maddi kainat bizlere göre, hem aşağıdan hem de yukardan karanlıklar içine gömülmüş öyle muazzam bir varlıktır ki daha biz onun hangi noktasında yaşadığımızı bile bilmiyoruz. Bu dörtbaşı mamur olan cehlimiz ve aczimiz karşısında maddenin başlangıcından veya müntehasından nasıl bahsedebiliriz?... Ne fizikoşimik, ne de metapsişik bilgilermiz hakikat aleminin zirvesine varmış değildir. Hatta sonsuzluğa nispet edersek bütün ilimdeki terakkilerimizi bir kaç adımlık ilerleme bile sayamayız.
"
 
  Bu noktada artık okuyucu madde konusunun derinliğinde kendisine bir harita çıkarmıştır. Herkesin bildiği avm'lerde metro istasyonlarında, yürüyüş parkularında gezginin nerede olduğunu gösteren adına infografik denen haritalar vardır. Size bulunduğunuz konumu gösterir. Bu konum ile sizin aradıklarınız arasındaki mesafeyi tayin ettiğiniz bir an gelir. İşte insan konusunu tarif eden spiritulist cepheye bakacak olursak ruhun tarifi kavramının eldeki haritadan sonra ulaşılması imkansız bir merhale olduğunu idrak edeceğimizi belirtir.
 
  "Ruhun tam bir tarifini yapmağa imkan yoktur. Bunun neden böyle olduğu da okuyucularıma malum olmuştur. Buut ve kainat bahsinde bazı mülahazalar yürütürken üç buutlu alemimizin dışındaki maddeler hakkında hiç bir bilgiye sahip bulunmadığımızı ve bunları tarif dahi edemiyeceğimizi zikretmiştik. Maddi kainatımızın bir adımlık ötesinde bile hiç bir tarife sığmıyan maddelerle karşılaştığımızı hatırlarsak bütün maddi mefhumlardan tecerrüt etmiş(soyutlanmış) ruh gibi bir varlığı tarife kalkışmamızın ne kadar manasız olduğunu takdir etmekte güçlük çekmeyiz."
 
  Ancak yinede Bedri bey üstat adını verdiği ruhsal bir rehberden bu konu hakkında aldığı bilgileri okuyucuları ile paylaşır. Ruhun maddeden ayrılan iki temel özelliğini ortaya koyar. İşin ilginci üstat burada mutlak yaratıcının madde ve ruh haricinde başka cevherlerde yarattığından dem vurur. Bu konuyu burada paylaşmamın sebebi aynı bilgileri Ergün Arıkdal tarafından alınan Sadıklar Planı tebligatında da görüyoruz. Bu iki bilgi birbirini tamamlamaktadır. Bu cevherler hakkında konuşacak fazla bilgiye sahip değiliz. Şimdi eldeki spiritualist realitenin öğretilerinden bilgi paylaşmaya devam ederken, insanın içinde bir ruh olmadığı bilgisini okuyucusuna fark ettirir.
 
  "Şu halde şimdiye kadar söylendiği gibi, insan bedeninin içinde bir <> yoktur. Mahiyetini katiyen anlıyamıyacağımız varlıkları maddenin bildiğimiz veya henüz bilmediğimiz kanunlarına tabi maddeler içinde hapsetmeğe de salahiyetimiz yoktur. Tamamiyle gayrı maddi olan ve maddeler hakkında bahis mevzuu olamıyacak vasıtalar gösteren bir varlığı, hatta kendi alemimizde olduğu gibi, en geri maddelerin tabi bulunduğu, zaman ve mekan şartlariyle doğrudan doğruya bağlamak mümkün olur mu?..   "
 
  Bilgiyi detaylandırdıktan sonra geldiğimiz noktada şunu ifade  eder
  
  "Bütün bunlardan çıkarmak istediğimiz ilk fikir şudur: Biz doğrudan doğruya ruhla hiç bir vakit karşı karşıya gelemeyiz. Ruh denince bizim için ancak onun muhtelif kesafetteki maddeler üzerinde vukua gelen müessiriyeti ve bu müessiriyetin tezahürleri bahis mevzuu olabilir. Eğer ben, dostum X. i karşımda görüyorsam bu gördüğüm şey ne onun ruhudur, ne de, söylendiği gibi, ruhunun kesif zarfıdır; hangi maddi alemde olursa olsun, bu gördüğüm şey ancak dostumun ruhunun yüksek seyyal maddeler yolu ile kesif maddeler üzerinde, o maddelerin tabiatına uygun olarak, vukua gelen müessiriyetine ait hareketler, şekiller ve fiiller halindeki tezahürleridir. Burada mesele biraz karışık gibi görünüyor. Fakat biraz kaba olmakla beraber bunu daha maddi bir misal ile izah etmek mümkündür: Bir heykele baktığınız zaman onda neler görürsünüz? Evvela o bir taş parçasıdır. Fakat sizin nazarınızda onun taş parçası halindekinden daha başka bir hususiyeti vardır; Tabiattaki işlenmemiş taşlar üzerinde hiç bir vakit rasgelmediğiniz bu hususiyet heykelin ifade kudretini temin eden çizgileri ve şekilleridir. Demek burada bir  ifade, bir duygu ve fikir vardır. Ve bu da hiç şüphesiz bir zekanın eseridir, kendini duyan ve ne yaptığını bilen bir varlığın eseridir.  Bu zeka nerdedir?...Hiç şüphesiz o, bu taş parçalarında değildir. Ve hiç şüphesiz taştan ayrı bir varlık olan bu şuurlu kudretin sahibi bu heykelin ortasında bir yere saklanmış da değildir. Bu taş parçasına aksetmiş olan ifade, bu eseri meydana getirirken bir sanatkarın faaliyette bulunan tahayyülünün o ana mahsus muhtevasıdır. O halde bu heykele <> diyebiliriz. Bu noktayı iyice tebarüz ettirdikten sonra misalimize şöyle devam edelim: Eğer bu sanatkar kafi derecede maddi imkanlara malik olup duygu ve tasavvurlarının yalnız bir ana mahsus olan kısımlarını değil de, dış alemin kronolojik icaplarına göre, bütün duygu ve tasavvurlarının bir sinema şeridinde olduğu gibi mütevaliyen bu taş parçasının üzerinde gösterebilmiş olsaydı, o zaman biz karşımızda cansız bir heykel değil canlı bir insan görürdük. Fakat sanatkar yine heykelin içinde olmazdı. Dünyanın çok mahdut imkanları içinde tasavvur edebildiğimiz bu hali, manipülasyon imkanları namütenahi maddelerle çalışan ruhlar hiç şüphesiz daha geniş bir mikyasta ve daha ideal bir şekilde tahakkuk ettirebilirler. "
 
  Bu heykeltraş örneğinin film şeridinde oynatılarak yansıtılması, projekte edenin, projekte ettiği zemine yansıttığı halin hareketi meydana getirmesiyle bizim için yan etki olan zaman meydana gelir. Zamanda temaşa bu şekilde sözkonusudur. Şimdi kitabın devamında Bedri Ruhselma beyin İlahi Nizam ve Kainat kitabını okuyanların ünite kavramı hakkında sordukları bazı temel sorulara cevap verdiğine şahit oluyoruz.

  "Biz mütalaa sahamızın dışında kalan ruhun yaratılışını muhtelif bakımdan, onun maddi kainatımızda doğmuş olmasiyle bir tutmuyoruz. Hilkatin sonsuzluğu diğer bir takım düşüncelerin yardımiyle bize bu fikri telkin ediyor. Evvela, bizim için maddelerin sonsuz olduğuna inanıyoruz. Saniyen maddi kainatın dışında da sayısız varlıkların bulunduğuna inanıyoruz. Bütün bunlardan sonra ruh hayatının ve tekamülün ebedi olduğuna inanıyoruz. Ve nihayet hiç bir ruh kemalinin uluhiyetle nispet edilmesinin bahis mevzuu olamıyacağına inanıyoruz. İşte bütün bunları bir araya toplayıp düşününce ruh hayatının ve varlığının mahdut bir madde kainatı içinde doğup söneceğine inanmıyoruz. Kitabımızın başka yerlerinde de söylediğimiz gibi, ruhun maddi kainattaki varlığı ebedi varlığında geçen bir merhaledir. Ve biz buna bir tekamül merhalesi diyoruz. Fakat bu da bize nihayetsiz görünüyor. Halbuki ruhun umumi hayatı içinde bu merhalenin çok kısa ve mahdudolması mümkündür. Zira ebediyet içinde ne kadar sonsuz görünürse görünsün mahdudolan herşey kısadır, küçüktür ve hatta hiçtir.
 
  O halde ruh, küçük maddi hayatında var ve yok olamaz. O, bundan evvel vardı, bundan sonra da olacaktır. Bu düşünceye göre ruhun maddi kainatla irtibatını temin eden vasıtalarına bağlandığı anı, onun yaratılış tarihiyle nispet edemeyiz. Bunlar birbirinden tamamiyle ayrı şeyler olmak lazım gelir.
 
  Ruhun maddi kainatla irtibat peyda etmesi, yani orada doğması ne vakit vukua geliyor? Ve bu, nasıl oluyor?... Bunu bilemiyoruz ve asla bilemiyeceğiz. Yalnız kırıntı halinde oradan buradan topladığımız bilgilerle şimdilik şu kadar söyliyebiliriz: Ruh kendisine tahsis edilmiş vasıtasiyle maddeler üzerinde müessir olur. Ruh, çeşitli yollardan maddeler üzerindeki müessiriyetini kullanarak yüksek gayelerine doğru durmadan yürür. Ve bu yolda yürüyen ruh her adımında maddeler kainatındaki müessiriyetini arttırdıkça daha yüksek mıntakalara çıkar ve o nispette asıl ruhani hayatına evvelkinden daha kudretli daha müessir bir halde yaklaşmış olur.
 
  Acaba ruh, maddi kainattaki tekamül safhasını bitirdikten sonra ne olur, nereye gider?... Bu hususta hiç bir şey söylemek mümkün değildir. Maddi kainatın maverasındaki ruh hayatı hakkında yapabileceğimiz hiçbir tahmin yoktur. Ve zaten doğrusunu da söylemek lazım gelirse bunu bilmenin bizim için ne lüzumu ne de faydası vardır diyebiliriz. Oralardan hiçbir surette istifade edemiyecek kadar uzaklarda bulunuyoruz.
"
 
  Şimdi bedri bey bir noktada okuyucuya bir hatırlatmada bulunuyor. Bu hatırlatma madde içinde hareket eden şuurlu etki (ruh varlığının hareketleri) ile maddenin yaratılış bilgisinde olan maddi enerjinin, farkındasızlık oluştuğu noktada birtutulma hatasına gidilebileceğinden bahsediyor. Bu gözlemde oluşan bir hatadır. İkisi farklı şeylerdir. Bunun önüne geçmek için okuyucunun durumu sorgulaması gerekecektir. Bu konuda örnek vererek kendisi duruma açıklama getiriyor. İşte bu farkındalığı yakalayan bir kişide yavaş yavaş aşağıdaki gözlem hali meydana gelecektir. Yine bu durumu kitaptan alıntı yaparak devam ettiriyorum.
 
  "Hülasa(özetle), ataletle muttasıf olan kainatın hiçbir maddesinden kendi kendine maksatlı hareketler beklenemez. Bunlar atıldırlar, kördürler; ve eğer kainat yalnız bunlardan ibaret olsaydı bir hercümerç içinde çoktan yıkılıp giderdir. Fakat her maddenin oluşu, her hadisenin vukua gelişi Mutlak varlığın kanunları altında cereyan eder. Ve ruhlar da sayısını bilmediğimiz diğer varlıklar gibi tekamül derecelerine göre bu kanunları tatbik etmek hususundaki müessiriyetlerini maddi kainatta gösterirler. İşte bu noktadan itibaren Mutlak Varlık ve ruh hakkındaki yüksek duygularımız bütün maddi fikirlerden tecerrüt etmiş bir halde içimizde yavaş yavaş doğmaya başlar. Kendimizi yoklıyalım; eğer böyle bir duygunun nüvesini henüz varlığımızda bulamıyorsak tabiat ilimleri ve bilhassa insan bilgisi yollarında katetmekliğimiz lazım gelen daha çok uzun mesafeler var demektir.  "
 
  Bugünlük bu kadar demeden önce bu bilginin bu kitaba yazılış tarihini tekrar düşündüğünüzde, ilahi nizam ve kainat kitabındaki bilgilere Bedri bey'in çok önceden vakıf olduğu gül gibi ortada durmaktadır. Malum kitap, medyumunun mahsusat dışı alemden aldığı bir işaretle 2000'li yılların başında halka yayınlanmıştı. Bazı okuyucularında şaşkınlık yaratmıştı. Hal bu ki dikkat edildiğinde o kitaptaki bilgilerin bir çoğu burada yer almaktadır. En basit ruh'un neden idrak edilemeyeceği konusu gibi. Ülkemiz içinde yapılan eksik okumalar insanlarda farkındalık yaratmayınca yıllar sonra gelen bir bilgi şaşkınlık yaratmıştı. İşte bu hal adeta bir kitabı bir kaç kere okumaya benziyor. Her okuyuşunuzda yeni bir farkındalık yaşıyorsunuz ve kendi bilgi modelinizi rafine ederek baştan ilgili konuyu ele almak zorunda kalıyorsunuz. Eski bilginin üzerinizdeki sınırlamalarının sizde neye mal olduğunu fark etmek bazen ıstırap tevlit eden bir hale dönüyor. Nice farkındalıklara
 
 

Yorumlar

Popüler Yayınlar