Camilerde cemaati dolmuyor diye üzülen imamlar okuyunuz ve olaydan gerekli mesajı alınız



"Benim İlacım Secdem"

Sultan Reşad, Sultan Hamid ve Sultan Vahidettin; bu üç padişahı görmüş, 11 tane cumhurbaşkanının dönemine şahit olmuş 104 yaşındaki Ali Yıldırım Hoca ile tarihe şahitlik ettik. Birazdan bazı ilginç olaylar okuyacaksınız. Pozitivist zihniyetle bu olayları anlamak güç olur. Fakat şu kadarını söyleyeyim ki Ali Hoca şu an itibariyle çok sağlıklı ve hafızası da yerinde. Onun güvenilir birisi olduğuna şahit olan binlerce insan bulabilirsiniz... Bu bakımdan yalnızca gözünün gördüğüne inanan zihniyetin anlamayacağı bu olayları okurken kendimize ders çıkartmaya bakalım.
Bize eğitim hayatınızdan bahseder misiniz?
1916’da Sibyan Mektebi’ne yazıldım. 1919’da oradan mezun oldum. Orada temel Kur’an eğitimi verilirdi. Bir de vaiz mi olmak istiyorsun hafız mı bu seçilirdi. Ben hafızlığı seçsem de bir hocamız senin hitabetin güzel diyerekten beni vaizliğe yönlendirdi. Bunun üzerine Süleymaniye Medresesi’nin vaizlik bölümüne girdim. Hitabet konusunda sınıfın birincisi idim. 1935’te mezun olup vazifeye başladım. Bizim kuşak medresenin de Sibyan Mektebi’nin de son halkası oldu. Bizden sonra oralara daha öğrenci almadılar. Ondan sonra kapandı oralar. Bizden sonraki okuyacaklar Milli Eğitim’e gidecek denildi.

İmamlık vazifesine ne zaman başladınız?
Askere gittikten sonra Yahya Efendi camiinde vazifeye başladım. Ömer Nasuhi Bilmen müftü idi. Bir gün beni çağırdı dedi ki “Sen yeni yazıyı bilmiyorsun, kadro alamazsın.” Ben medresede bütün dersleri almıştım, tarihi, coğrafyayı biliyordum ama Latin harflerini bilmiyordum. Müftü Bey’in yönlendirmesi üzere bir ilkokulda üç ay kurs gördüm, Latin harflerini öğrendim. Bize “yeni alfabeyi biliyor” diye bir kâğıt verdiler. O zamana kadar üç ay devlet bana maaş vermedi, maaşımı cemaat karşıladı. Yahya Efendi Camii’nden başka bir yere ayrılmadım, 42 yıl o camide vazife yaptım. 1978’de emekli oldum.

İsmi kaynaklarda Hz. Hızır ile anılan Yahya Efendi Camii’nde ona hizmetleriniz olmuş. Bundan bahseder misiniz?
Yahya Efendi Camii’nde vazifeye başlarken vazifeyi devraldığım Rizeli Hacı Yakup Efendi dedi ki: “Molla sana bir şey tarif edeceğim onu yap, çok kerametler göreceksin.” Sonra bana bazı talimatlar verdi: “Bunlar Yahya Efendi Hazretlerinin takunyaları, bu da havlusu bunları burada muhafaza edeceksin. Havlusunu haftada bir kere yıkayacaksın. Şuradaki ibrikteki su bittikçe de onu yenileyeceksin.” Ben o sıralar gencim; “Allah Allah” diyorum şaşırıyorum. Allah’a çok şükür onun bu talimatlarının hepsini yaptım. Yahya Efendi’nin abdest aldığı yer ona özel bir yerdi. Benim odam da onun bitişiğinde idi. Yer yatağım vardı. İlk gece yatmış uyumuştum ki “tık tık tık” diye sesler geliyor. Kalktım Yahya Efendi’nin abdest alma yerine baktım. Bir şey göremedim. Zaten benden önceki imam “takunya seslerini duyarsın, ibriğindeki suyunun bittiğini ve havlusunun ıslandığını görürsün ama kendisini göremezsin” demişti. Hakikaten de öyle oldu. Hiç kimseyi göremedim. O sıra saatim üç kere çaldı. Yani saat tam üç olduğunu anladım. O gün bugündür saat tam gece üç olunca ister evde olayım ister misafirlikte olayım, ister yazlıkta olayım mutlaka kaldırıyorlar. Bu şimdiye kadar hiçbir gün aksamadı. Tam üçte sesini duyuyorum, “Molla kalk” diyor. Halen duyuyorum. Üç defa seslenir kalkarım. Tekirdağ’a gidiyorum yazlığa, orada bile kaldırıyor. Ben 1936’daki o günden 1978’e kadar her gün her vakitte ibriğindeki suyu her vakit değiştirirdim. Haftada bir de havlusunu yıkardım. Bu vazifeleri hiç ihmal etmeden yaptım. Sesini duyardım ama kendisini göremezdim. 

Diğer şahit olduğunuz kerametler neler?
1938 yılının Ramazanıydı, benim görev yaptığım camii küçük bir cami idi. Ramazan’da sabah namazında cemaatim olmuyordu. Bir gün kendi kendime dedim ki “Nasıl olsa sabah namazında cemaat olmuyor. Bugün Süleymaniye Camii’ne gideyim…” O zamanlar o vakitte Süleymaniye’ye gitmek için vasıta bulunmuyordu. Ben de erken kalktım yola çıktım. Yolda bir tramvaya rastladım. Eminönü’ne kadar onunla geldim. Oradaki yokuşu çıktıktan sonra Süleymaniye’ye ulaştım. Sünnet namazlarımızı kıldıktan sonra müezzin kamet getirdi. Caminin imamı Hacı Sadık Efendi vardı, -Allah gani gani rahmet eylesin- farza durmadan önce arkasını döndü ve yüksek bir sesle dedi ki: “Muhterem cemaat safları sık ve düzgün tutun. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” Ben de camide beş –altı kişi var İmam Efendi niye bu kadar bağırıyor diye gülümsedim. Benim gülümsediğimi görmüş. Kolumdan tutup mihraba doğru çekti. “Kapıya doğru bak” dedi. Bir baktım ki ne göreyim camii ağzına kadar beyaz elbiseli melaike-i kiramla dolu. Tabi bunu sadece İmam Efendi bir de ben görebildim. “Sen” dedi “boş mescitleri boş zannedersin ama o boş safları melekler doldurur.” Namazdan sonra İmam Hacı Sadık Efendi: “Bütün imamların safları sık tutmayı cemaatine hatırlatması ve Allah’ın rahmeti üzerinize olsun demesi gerekir. Çünkü bu duaya oradaki melekler âmin der” dedi. Ondan öğrenmiş oldum ki o gördüğüm aynı boyda aynı hizada olan adamlar, insan sûretli meleklermiş. Bu da ikinci gördüğüm keramet oldu. 

Hanımınızla olan hac buluşmanızı da anlatır mısınız?
1978’de emekli oldum. Daha önce iki sefer hacca görevli olarak gitmiştim. Emekli olunca bir sefer de kendi paramla gideyim dedim. Hanımla gittik birlikte müracaat ettik. Birkaç gün sonra hac bürosuna pasaportlarımızı almak için gittim. İsmail Bey vardı, dedi ki “Fiyatlar arttı, sizin paranız iki kişiye yetmiyor.” Ben de eve gittim; “Hanım ben zaten iki sefer gittim bu sefer seni göndereyim” dedim. O da; ”Ben sensiz gitmem, sen git” dedi. Sonra gün geldi bavulumu hazırladım evden çıktım. Kapıda hanım ağlamaya başladı. Ben de “Ben sana git demiştim” dedim. “Sen orada görürsün” dedi. Hacca varınca bir gece Kabe’nin yanında uyumadan ibadet etmişim. Sabah ezanı okununca cemaat yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı. Namazı kılıp selam verince bir baktım ki bizim hanım orada siyah elbisesi ile namaz kılıyor. Şaşkınlıktan dondum kaldım. Biraz sonra yanına gitmek için kalktım baktım ki kayıp oldu. Eve döner dönmez hanıma; “Falan gün falan saatte neredeydin?” diye sordum. Hanım dedi ki: “Ben o gece yüz rekât namaz kılmıştım, yorulunca biraz uyuklamışım. O sıra iki melek beni alıp Kabe’nin yanına getirdi. Orada da iki rekat namaz kıldım, sonra geri eve getirdiler.”

Yaş yüz dörde girdi daha ben bir aspirin içmedim. Benim ilacım secdem. Ben de bir insanım, ayağım, dizim, başım ağrımaz mı? Ağrıyor. Ne yapıyorum? Secdeye gidiyorum. “Ya Rabbi bu hastalığı sen verdin sağlık afiyet senden olduğu için bu hastalığın şifasını ver” diyorum iyileşiyor. Bir de olup biteni kafana takmayacaksın.

İmamlık yıllarınızdan yine böyle anılar var mı?
İmamlığa başladığım 1936 senesinin Ramazanıydı. İftar için Beşiktaş’a gittim, oradan bir şeyler alayım dedim. O zaman torbaların içinde hazır tarhana satıyorlardı. Ondan bir torba aldım, üzüm aldım, yarım kilo makarna aldım. Gaz ocakları vardı, pompası olurdu. Onun üzerine su koydum çorba yapmak için. Baktım bahçedeki mermer sütunların yanında bir tepsi var. Üzerinde de çeşitli yemekler var. Yemekleri yiyip tepsiyi yine aynı yere koydum. Sahurda baktım bu sefer yine dolup gelmiş. Sonra bu olay her Ramazan gerçekleşti. 1960 yılında evlenene kadar Ramazan ayının her günü günde iki defa bu sofralar gelirdi. Sofrada ne oluyordu? Un çorbası, zeytin, bal şerbeti gibi şeyler oluyordu. Fakat gelen yemeklerde et yemeği hiç olmazdı. Nerden gelirdi, nasıl olurdu, hiçbir şey anlamazdım. Ben ne sahurda ne de iftarda bahçede kimseyi göremezdim. 

Dualarımızın kabulü için bir tavsiyeniz var mı?
Pazartesi ve Perşembe geceleri duaların kabul olduğu zamanlardır. O günler sabah namazının farzından sonra selam verdikten sonra “Allahümme entesselamu veminkes selam” demeden evvel hemen secdeye kapanacaksın, bir dileğin varsa onu Rabbinden isteyeceksin. Dua edeceksin “Bana bir ev ver Ya rabbi, evli değilsen saliha bir hanım veya salih bir bey ver Yarabbi, evliysen salih ve saliha evlatlar ver Yarabbi” diyeceksin. Yani Perşembe gecesinin sabahı Cuma oluyor, o zaman isteyeceksin. 

Genç kardeşlerimize namaz konusunda söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Namazı bir kere onlara özendireceksiniz. Namaz nedir biliyor musun oğlum? Dinin direğidir o. Dinin direği olmasa ne olur? Yıkılır gider. Ondan sonra ona namazın tatbikatını öğreteceksin. Kısa sûreleri güzelce belleteceksin. E öğrenemiyorum hocam! Şarkı öğreniyorsun, maçı öğreniyorsun. Takımında olanların hepsinin isimlerini biliyorsun, buna geldi mi bilmiyorsun. Olmaz öyle şey. Bu zamanda Kur’an okumayı bilmeyene şaşıyorum. Dünya işini biliyorsunuz, hangi işi yaparsam para kazanırım bunu biliyorsun. Niçin namazı bilmiyorsun, Kur’an’ı öğrenmiyorsun. Ey mümin kardeşlerim, evlatlarım, torunlarım, namazlarınızı ihmal etmeyin. Namazlarınızı vaktinde kılın. Namazlarınızı sonraya bırakmayın. Talebe oğullarım, talebe kızlarım, evvela namazlarınızı kılın. Dersten çıkar çıkmaz hemen namazınızı kılın. İmkan dahilinde namazı her şeye tercih edin. 

Bize genç kalmanın sırrını söyler misiniz?
Yaş yüz dörde girdi daha ben bir aspirin içmedim. Benim ilacım secdem. Ben de bir insanım, ayağım, dizim, başım ağrımaz mı? Ağrıyor. Ne yapıyorum? Secdeye gidiyorum. “Ya Rabbi bu hastalığı sen verdin sağlık afiyet senden olduğu için bu hastalığın şifasını ver” diyorum iyileşiyor. Bir de olup biteni kafana takmayacaksın. Şu niye böyle oldu bu niye öyle oldu dedin mi yıpranırsın. Ne gelmişse başına Allah’tan gelmiştir diyeceksin. Her haline şükredeceksin.

Popüler Yayınlar